4 Haziran 2014 Çarşamba

YUSUF KURÇENLİ- ÇETİN YÜCEL VE YADİGAR EJDER


TRT DE,YAYINLANMAMIŞ BİR FİLMİN,ÖYKÜSÜDÜR,
BİLENE-BİLMEYENE- HERKESE DUYURULUR!

ESER : EMİL GALİP SANDALCI
SENARİSTİ : OKTAY ARAYICI
FİLMİN YÖNETMENİ : YUSUF KURÇENLİ

FİLMİN OYUNCULARI : YADİGÂR EJDER-ÇETİN YÜCEL

OYUNCU; YADİGÂR KUZU (EJDER):14 OCAK 1992 DE, TAKSİM GEZİ PARKINDA AÇLIKTAN DONARAK ÖLMÜŞTÜ!
OYUNCU; ÇETİN YÜCEL: 04 HAZİRAN 1980 DE FAŞİTLER TARAFINDAN KURŞUNLANARAK ÖLDÜRÜLDÜ!

Süleyman Demirel’in Başbakan olarak görev aldığı hükümeti döneminde ülkemizde idamlar uygulanmakta idi. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan Türkiye Büyük Millet Meclisinde “üçe karşı üç” sloganı eşliğinde idam edilerek infazın onaylanması gerçekleştirildi. 06 Mayıs 1972 günü, üç fidanın idam edilerek cezaları infaz edildi. Üstüne üstlük de idam edilecek hiç bir suç işlemedikleri, yıllar sonra itiraf edildi. Bu üç fidanın idam edilerek öldürülmesi hafızalarımızı sürekli meşgul etmekte idi. Bu çalkantılı dönemde, Ülkemizde kimin kimi ne zaman ve nasıl öldüreceği belli olmayan, akla hayale gelmeyecek yöntemler kullanılarak, solcular ile ülkücüler biri birine savaş açmış gibi çatıştırılmaya hazır hale getirilmek için adına gizli güçler denen sonraki yıllarda da kah “kontur gerilla” kimi zaman da “derin devlet “olarak tanımlanacak güçler tarafından kimsenin önceden bilemediği planlar sonucu, hazırlıksız olan halk, bazen örgüt olarak bazen de bireysel olarak katliamlara uğrayabiliyordu.
TRT İstanbul Televizyonu Prodüksiyon Müdürlüğü, 1974 yılı sonbaharında İsmail Cem döneminde resmen kurulmuş, çalışacak personel ancak yetmişli yılların sonlarına doğru oluşurken, kadroların kimi Ankara'dan naklen tayin, kimi de sınav açılarak, yavaş yavaş oluşmaya başladığı yıllardı. Yayın hazırlıkları müzik-eğlence programları, için stüdyo çekimleri İstanbul Maçka'daki İstanbul Teknik Üniversitesinin stüdyosunda, drama çekimleri için de genellikle tiyatro sahneleri, daha çok da dış mekânlar kullanılmakta idi...
1970 li yılların son çeyreği, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ve Başbakan yardımcıları Necmettin Erbakan ile Alpaslan Türkeş’in ortaklaşa iktidarı paylaştığı, yani ünlü Milliyetçi Cephe hükümetlerinin peş peşe kurulduğu ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini, faşizan baskılarla yönetmeye çalıştığı yıllardı...
Biz TRT Çalışanları ağırlıklı olarak sol cephede Türkiye İşçi Partisi taraftarı olarak kendi içimizde örgütlenmiş ve ülkemizde oluşan bu kargaşa ortamına tepkimizi, en demokratik yöntemler kullanılarak çözebileceğimize, Sosyalizmi; barışçı yöntemler kullanarak iktidara taşıyacağımıza inanarak, düşüncelerimizi de yaptığımız işimize yansıtmaya çalışıyorduk...
Çalışma şartlarımız, öylesine denetime tabi, öylesine kontrol ediliyordu ki, çekeceğimiz her hangi bir müzik programı ya da dramanın önce yazılı metni denetlenir, çekim sonrasında, önceden denetlenip imzalanmış metin ile beraber yayına hazır hale getirilmiş görüntülü montajlı hali denetlenirdi. Mesela bir emekçinin yaptığı işin, emek temsilini işlerken emekçi ve emeğin önemini vurgulamak için doğrudan her hangi bir cümle ya da görüntü “Komünist propaganda” sayıldığı için işleyemez olmuştuk. Yaptığımız her işte olduğu gibi, "Düğün ya da Davul" adlı drama çekimleri sırasında, sevgili Yusuf Kurçenli rejisinde oyuncunun elindeki balyoz ile taşı kırarken, terleyen işçinin, alnındaki terin damlayarak kırdığı taşa düşmesini, Televizyon izleyicilerine, emeğin kutsal temsili olarak algılamasını istiyorduk. Bu çekim sahnesini görüntülemek için ne çok emek ve zaman harcandı. Çekimi istediğimiz gibi biten bu sahne ile de Televizyon izleyicisine, kafamızdaki sınıf temsilini vermiş hissediyorduk. Şimdi aynı sahnelerin çekimi daha yeni çekilmiş gibi hissedip, kaybettiklerimize içim burkularak gülümseyerek hatırlıyorum. Tüm ekip damlayan o bir damla terin tüm çalışanların emeğinin temsil ettiğine öylesine inanıyorduk ki anlatması çok ayrıntı ister, ama isteyen hissedebilir inancındayım.
İşte bu duygu, bu ideoloji içinde izleyiciye en demokratik tepkileri koyabilme, en demokratik yöntemleri kullanabilme bilgi ve beceresini aşılamak için de kim ne yapabiliri, TRT çalışanları olarak toplantılar yapar, herkes kendi düşüncesi ya da yapacağı programlarla ilgili çalışmalarını anlatırdı. Konular veya projeler tek tek tüm ayrıntıları ile tartışılır, ortak kararlar alınır ya da hepimiz tartışılan konular hakkında kendi düşüncelerimizi ifade eder, proje kime ait ise son sözü ve ne yapacağını da ona bırakırdık. Bu ve benzeri çalışmalar yapılırken sevgili Yusuf Kurçenli, senaryosunu radyocu ve yazar sevgili Oktay Arayıcı’nın yazdığı "ÇİNGENE ALİ" adlı bir yaşanmışlık öyküsünü çekmeye karar vermişti... Filmin konusu da idama mahkûm edilmiş bir mahkûmun idam kararının infazı için şehrin yoksul toplum olan çingeneler arasında biri bulunur ve para karşılığı cellatlık yapmasına devlet güçlerinin baskısı ile ikna edilir. Ancak Çingene Ali infaz anında bir kendine bir de yağlı urgan ile idamen asacağı adama bakar ve kendi anlık kararı ile cellatlık yapamayacağına karar verir ve idamı gerçekleştirmek üzere iken, bir fırsatını bulur, olay yerini kaçarak terk eder. Çingene Ali filminin konusu özet olarak böyle yazılmıştı. Toplantılarımızın birinde Çingene Ali adlı senaryo okunarak tartışıldı hepimiz çok heyecanlanmıştık. Kim ne yapabiliri konuştuk. Sonuçta Yusuf Kurçenli'yi yalnız bırakmamak, daha rahat çalışması ve iyi bir işin yaratılması için görev bölümü yaptık kendi aramızda. İşin senaristi Oktay Arayıcı- Yönetmeni Yusuf Kurçenli- Yapımcısı Önce Kurşunlu ve ben de işin yapım kısmını, gönüllü olarak üstlenmiştim. Başladık çekim hazırlıklarına, işe oyuncu seçimi ve mekân tespitleri ile başladık. Yusuf Kurçenli ile beraber, Yeşilçam'a oyuncular ile görüşmek üzere Artistlerin boş zamanlarında takıldığı kahvehaneye gittik. İçeri girip oturduk çaylar falan söylendi kendi aramızda oyuncu tipleri hakkında konuşuyoruz, bir ara sevgili Yusuf Kurçenli "arkadaşlar haydi gidelim" dedi. “Daha oyuncular ile görüşeceğiz, işimiz var burada, oyuncu seçeceğiz” falan dedik, ama Yusuf Kurçenli bu işte kendisini çok mahcup hissettiğini söyledi. "Baksanıza insanlar anladı buraya ne iş ile ilgili geldiğimizi hepsinin oturma düzeni değişti. Bazıları çay bardağı tutuşunu bile değiştirip rol kesiyor. Biz şimdi her hangi bir eşya seçer gibi burada insan mı seçeceğiz. Siz kalmak isterseniz kalın ama ben olup-bitenden utandım. Kendimi bu insanlara karşı mahcup hissetim ve gidiyorum. Kimi ister seniz secin." Dedi. Hep beraber kalktık. Sonra öğrendik ki gerçekten daha biz oraya gitmeden iş duyulmuş meğer o nedenle poz vermeye kalkışmışlar. Zaten birçoğu da o zamanki TRT yönetmenliklerine göre ikinci ve üçüncü dereceden, yani küçük rol kapmaya alışmış insanlar imiş... Bu kahvehane maceramızdan sonra, Çingene Ali rolü için elektrik teknisyeni yoldaşımız sevgili Çetin Yücel’i oyuncu olarak oynatmaya karar verdik. Sevgili Çetin Yücel eski TİP Üsküdar İlçe Başkanı idi. Sonraki yıllarda, Üsküdar Çarşısında Türkiye İşçi Partisine ait bir bildiriyi çarşı esnafına dağıtırken, faşistlerin çapraz ateşi sonucu öldürüldü. Zaten sevgili Çetin Yücel de, fiziki yapısı gereği, nerede ise bir gram yağ ya da et fazlalığı olmayan naif bir proleter yoldaşımızdı. Senaryodaki Çingene Ali tipi de alabildiğine zayıf, kara-kuru yapılı, maşa vesaire gibi araç gereçler satarak hayatını sürdürmeye çalışan bir tip idi. Senaryo gereği, idama mahkûm edilip asılacak adam da bayağı iri gövdeli (Yapılı) heybetli biri idi. Bu rol için de sevgili Yadigâr Kuzu'yu namı değer Yadigâr Ejder’i oynatmaya karar verdik. Diğer oyuncular da ikinci dereceden bir kaç oyuncu ve bol miktarda da figüran temini ile halledebilecektik. İnfazın gece sabaha karşı yapılacağı ve kalabalık bir halkın toplanabileceği meydan için de Taksim İlk Okulunun geniş bahçesini kullanmak üzere, Milli Eğitim Müdürlüğünden çekim izin aldık. İdam edilecek adamın yani Yadigâr Ejder’in sabaha karşı idamının infaz sahnesi gece 24’ü aştı. O gün çalışmamız sabah 09 da başlamıştı. Yaklaşık olarak da sabah 6-7 leri bulacağı biliniyordu. Hayli zaman olmuş çalışıyoruz. Bunca zamandır tüm çalışanlar ve oyuncular figüranlar, kısaca hepimiz ayakta idik. Gece yemek molasında Yusuf Kurçenli beni yanına çağırdı. “Hüseyin, biliyorsun, Bizim TİP li yoldaşların kurduğu ve halen de yönetiminde oldukları sinema sektörünün tek sendikası olan DİSK’e bağlı, SİNE-SEN (SİNEMA EMEKÇİLERİ SENDİKASI) sendikası var. Sendika yöneticisi arkadaşlar, Sinema emekçilerini örgütlü hale getirmek, bu güne kadar kendi sektörüne kabul ettiremedikleri çalışma koşulları ve hak edişleri için, doğru bir mücadele ile birçok haklarını alabileceklerine inanıyorlar. Bizden hem yardım hem de anlayış göstermemizi bekliyorlar. Yasal sendikal haklarını bizim sette kullanmak istiyorlar. Gece 24.00 den sonra geçen çalışma zamanı için ücretlerine yüzde 50 zam talep ediyorlar. Ancak yapımcımız sevgili Önce Kurşunlu başımıza büyük sorunlar çıkarırız korkusu ile bunu kabul etmiyor ne olur senden ricam sen Önce Kurşunlu’yu ikna et” dedi. Bende Sevgili Önce Kurşunlu ile bir odada baş başa konuştuk hesap kitap falan yaptım. Zaten bu insanlara yemek veremeden çalıştırdık. Çekimleri aralıksız sürdürdük. İstenen yüzde 50 lik zammın toplamını çalışan personel ile oyuncu ve figüranların hak ettikleri ancak çalışmaya ara vermeden devam ettiğimizden yediremediğimiz öğle yemek paraları ile karşılarız dedim. Ancak fikir olarak beni onaylayan sevgili Önce Kurşunlu, İstisna Aktı Yönetmeliğine bunu uygulamak bizi müfettişlik eder diye önerimi kabul etmedi. Daha çok da bu konunun TRT yetkililerince duyulacağına, başımıza büyük dertler açacağını söylüyordu. Bu arada çekimler durmuş zaman gündüze doğru hızla ilerliyordu. Saatler süren tartışma sonucu özellikle yevmiyeli çalışan yani figüran rolü alan insanlar yavaş yavaş çözülmeye başladılar, içeri yani bize temsilci göndermeye başladılar. Sevgili yapımcımız Önce Kurşunlu’ya kendilerinin ilk anlaştıkları ücret karşılığı çalışabileceklerini ayrıca yüzde 50 lik bir artış talepleri olmayacağını söylüyorlardı. Figüranların bu tavrı Önce Kurşunlu’nun ikna edilmek üzere iken hayırda direnmesine neden oldu. Geriye set teknisyenleri ile Oyuncular yani sevgili Çetin Yücel ve sevgili Yadigâr Ejder kalmıştı. Hatta sevgili Yadigâr Ejder'e idam kostümü giydirilmiş sehpanın altında çekim sahnesi için bekletilirken, hazırlanmış yağlı sicimi boynuna geçirmiş "bakın sevgili arkadaşlar ya hakkımızı tam alırız, yâda hazır idam sehpam hazırlanmışken kendimi sizi protesto etmek için asarım ha!" diye yüksek sesle haykırmıştı. Ama diğerleri “Yadigâr bize şaka yapıyor” diye gülüşmüşlerdi… Sevgili Önce Kurşunlu da yapımcı sorumluluğundan dolayı, imza olarak sadece kendisinin TRT ye, diğer kişi ve kuruluşlara karşı sorumlu olduğunu bu nedenlerden istenen yüz de ellilik zammı vermeye yetkili olmadığını söyleyip dururdu. Sevgili Yusuf Kurçenli beni çağırıp bir an önce bu işi sonuçlandır. Yoksa hava aydınlanacak ve idam sahnesini gün ışıdığı zaman çekemeyeceğini, çözüm için de bana kırk beş dakikalık bir zaman verdiğini söyledi. Panik yapmış ne yapacağımı düşünürken aklıma Taksim İntercontinental otelinde (bu günkü The Marmara) DİSK’e bağlı işçilerin grev çadırında nöbette oldukları geldi. İşçi liderlerini de daha önceki grev ziyaretinde ve parti üyeliklerinden tanıyordum. Hepsi Disk üyesi ve aylardır maaş alamıyorlardı. Az da olsa her biri en az birer figüran yevmiyesi alacaklardı. Sevgili Yusuf Kurçenli 'ye bu direnmekten vazgeçen Yeşilçam kökenli figüranların hak ettikleri yevmiyelerini vererek onları göndermek ve onların yerine de The Marmara otelinde grevdeki işçileri kullanabileceğimizi söyledim. Önerimi onayladı. Zaten Sevgili Önce Kurşunlu da işi sorunsuz çözdüğümüze sevindi. Kendisini de sorumluluk dışında tutmuştu. Yasalara uymamıza sevinmiş ve çok rahatlamıştı. Gerçekten de istenen halk kalabalığını Grev çadırında nöbet tutan grevci işçiler ile oluşturduk, çekimlerimizi biraz zorlansak da gün ışımadan tamamladık. Hak arayışını bozan Yeşilçam Figüranlarının da paralarını vererek evlerine gönderdik. Bir lokanta ile anlaşarak kısmı yemek ücreti ödeyerek yemek faturası ve mekân kiralarından kısıtlı ödemeler yaparak çalışanların ücretini yüzde 50 artırabildik. Grev deki işçilere de normal figüran ücreti ödeyerek çekimi sağ-salım sonuçlandırdık.
Çingene Ali Filmi, Yadigâr Ejderin Başrol oynadığı galiba ilk filmdir. Bu film TRT Denetçileri tarafından sansürlene, sansürlene 21 dakikaya indirilmiştir. Yayınlanabilmesi içinde en az 45 dakika olması istenmiş fakat Sevgili Yusuf Kurçenli de sansüre tepki olarak yeniden çekimler yapmamıştır. Bu sırada da Ülkemizde 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi oldu... Film makaralar halinde TRT de Sevgili Yusuf Kurçenli 'in dolabında aylarca hatta 2 yıla yakın çelik dolap üstünde kaldı. Filmi sahiplenen olmadı. Çünkü sevgili Önce Kurşunlu TRT Diyarbakır Bölge Müdürlüğüne Sevgili Yusuf Kurçenli TRT Çukurova Bölge Müdürlüğü’ne bağlı TRT Mersin Radyosu emrinde, tek kişilik bir Televizyon Müdürlüğü elamanı olarak atandı. Aylar sonra TRT den istifa ederek ayrıldı. İstifa etmeden önce de radyoda bir gün bir müzik programı yaptığını ve “Seher vakti vardım yarın kapısına, Vardım yârin Kapıları sürmeli” adlı parçayı yayınladığını ve bu türküyü de o gün-bugündür sık, sık mırıldandığını anlatmıştı. Ben ise TRT Genel Müdürlüğüne Bağlı Sadece 12 Eylül sürgünleri için yeni icat edilmiş Hasılat Dairesi Başkanlığına sürüldüm. TRT niyeti olarak, Hasılat Dairesi TRT nin hasılatını çoğaltacak plan ve projeler üretecekti. İlk iş olarak da, tüm ülkede şehir şehir kasaba-kasaba, hatta köy-köy ve mahalleri sokak-sokak yürüyerek, anten sayacak, çatısında anten gördüğümüz her evin ya da iş yerinin kapısını çalıp kullandıkları Radyo ve Televizyonların kullanım vergisi olan, TRT pulu, olup-olmadığı tespit edecektik. Eğer denetim pulu yok ise, yasal gereği yapılmak üzere, tutanak tutup ilgili müdürlüğümüze düzenlediğimiz evrakları teslim edecektik. Hatta benim o sürgün günlerimde bir önerim olmuştu, sürgün yerimdeki Müdürlerime. TRT ses ve görüntü bantlarını döviz ödeyerek dışardan satın alıyordu. (Sanırım halen de öyle ithal ediliyorlar kullanılan malzemeler.) Önerim; bankaları finansör olarak ya da TRT ye ortak olarak işin içine koyup, Kurumun ve Ülkemizin bu anlamda neye ihtiyacı varsa üretim fabrikası kurarak, bu ürünleri yerli üretmekti. Yıllar geçti ama bu konuda TRT Hasılat Dairesi hala var mı, bu çalışmalar ne oldu haberim yok. Ben sürgünden, Danıştay'a açtığım davayı kazanarak TRT İstanbul Müdürlüğü emrine yeniden atandım. Hatırlarsanız o günkü yazılı basında TRT de 101 ler’in sürgünü olarak içinde Oktay Arayıcı- Yusuf Kurçenli- Önce Kurşunlu ve benim de bulunduğun tam 101 arkadaşımız Reorganizasyon, çalışması bahanesiyle sürgün edilmiştik. Kimimiz Tarım ve Orman Bakanlığının taşra teşkilatlarına, kimimiz Köy İşleri Banaklığının merkez ve taşra teşkilatları emrine, yayıncılıkla en ufak bir ilgisi bulunmayan çeşitli klasik devlet memurluklarına naklen atamayla, TRT deki görevlerimizden uzaklaştırıldık. Kimimiz de TRT nin Radyo ve TV personeli ayırımı yapılmadan kurum için değişik şubeler emrine görevlendirildik. Sevgili Yusuf Kurçenli ile Beşiktaş’ta kurduğumuz Işık Film Şirketi’nde çalışma arasındaki muhabbetimizin, birinde, size anlattıklarımı anarken, sevgili Yusuf Kurçenli bana “ÇİNGENE ALİ” adlı o filmin TRT de kaybolduğunu söyledi. Bunun üzerine şöyle bir araştırma yaptım ve filmin montajlanmış 21 dakikalık kısmını Prodüktörlerin odalarından birinde çelik dolaplar üstünde makara halinde orijinal teneke film kutusu içinde buldum. “ÇİNGENE ALİ” isimli filmi, O zamanki TRT İstanbul TV Müdürlüğündeki Bant arşivine teslim ettim.
Bu öyküde isim ve emekleri geçenlerden önce sevgili Çetin Yücel’i, sonra sevgili Oktay Arayıcı’yı, sonra sevgili Yadigâr Ejder’i ve en son olarak da can dostum, yoldaşım sevgili Yusuf Kurçenli bizi, birer birer terk ettiler.
Her biri kendi yaşam öyküsünü kendi yüreğine sığdırıp şu kokuşmuş dünyaya daha fazla katlanamayıp, kendi ışıklı dünyalarına döndüler.
Kim bilir belki bir gün TRT de çalışan bir arkadaş veya yetkili birileri bu yazımı okur da, bu konuyu kendisine iş edinerek, anlatmaya çalıştığım ve bu güne kadar yayınlanmamış "ÇİNGENE ALİ" adlı film; "EMEĞE SAYGI" adına biz izleyiciler ile buluşturur da izleriz...
Ne dersiniz? Olur mu?
Hem ne demişler, “ olmaz-olmaz demeyin, gün doğmadan neler doğar” daha yeni anlattım ya her zorluğu yenmenin bir çıkış yolu bulunur mutlaka!
Ben umudumu hep korumuşumdur bir gün mutlaka diye…
Hüseyin Tepe
07.09.2013 Bursa
HAİN PUSULARDA KAYBETTİKLERİMİZ 

O, ne önde 
ne arkada 
sırada 
sıramızdaydı...
Ve yanındakinin kanlı başı onun omzuna eğilince
ona sıra gelince 
sayısını saydı... 
Söz istemez 
Yaşlı göz istemez 

04.Haz.80 ÇETİN YÜCEL ÜSKÜDAR İLÇE BAŞKANI - İSTANBUL

Hiç yorum yok: